24 Temmuz 2019 Çarşamba

Bir film İzledim. | Someone Great



Merhaba, 

İzlediğim ve beğendiği/beğenmediğim filmleri sizinle paylaşmak istediğim bir seri hazırlamayı düşündüm. Bizim evde her hafta mutlaka 1-2 film izlenir. Bu şekilde beğeni yazılarını okumayı çok sevdiğim için böyle bir seri yapmaya karar verdim.



Bu serime geçen hafta izlediğim ve çok beğendiğim bir filmle başlamak istedim. Filmin Adı "Someone Great", bir Netflix özel yapımı. Müzik editörü Jenny Young ile 9 yıldır birlikte olduğu sevgilisiyle, Jenny başka bir şehirde iş bulduğu için ayrılmak zorunda kalmalarını, bu ayrılık döneminde yakın arkadaşlarının Jenny'ye destek oluşlarını anlatıyor. Bence filmin kesin bir türü yok, filmin modu izleyenin moduna o kadar bağlı ki. Filmi modunuz yüksek bir anda izlediğinizde enerjisi yüksek, insanın içini ısıtan bir romantik komedi izlemiş oluyorsunuz. Ama eğer filmi modunuz düşük bir anda izlerseniz sizi hüngür hüngür ağlatacak bir drama dönüşüyor. 



Jenny Young rolünü "Jane The Virgin"de beğenerek izlediğim Gina Rodriguez oyunuyor. Bu kadının enerjisi ve oyunculuğu o kadar iyi ki, oynadığı her rolde duyguyu çok iyi yansıtıyor. Filmdeki kadınların arkadaşlık ilişkileri özenilecek şekilde, her durumda birlikte, birbirlerinin yanlarında ve birbirlerine destek olmaları insanın için ısıtıyor.  



Ayrıca filmin spotify'daki soundtrack listesi de çok iyi, hatta aralarda filmin yönetmeni o şarkıyı neden seçtiğini anlatığı küçük parçalar koymuş. dinlemenizi tavsiye ederim. 



Bu uzun ve ılık yaz akşamlarında, bir kadeh soğuk şarapla izlenebilecek keyifli bir film. Kesinlikle listenize almanızı öneririm.  

11 Temmuz 2019 Perşembe

Minik Kozmetik Alışverişim





Merhaba,

Bu postumda gezi yazılarına biraz ara verip, kozmetiğe geçiş yapıp, minicik alışverişimi anlatmak istiyorum. Uzun zamandır denemek istediğim ürünlerin indirime girişi maaş zamanına denk gelince, indirim de çok iyi olunca kaçırmamak istedim. Ürünleri Watsons online’dan aldım. Paketleme çok iyiydi. Pakette toz ve sıvı ürünler bir arada olmasına rağmen, toz üründe herhangi bir kırık, sıvı ürünlerde de akma yoktu. 



Aldığım ürünlere gelecek olursak, cilt temizleme ürünlerim azalmıştı ve Simple markasına ait bu ürünleri uzun süredir denemek istiyordum. Bu temizleme jelini elimde standart bir temizleme jeli bulunsun diye aldım aslında. Bir süredir Nivea’nın köpük temizleyicisini kullanıyorum fakat temizlemesi yeterli gelmemeye başlamıştı. Bende merak ettiğim için bunu almak istedim. Simple Ferahlatıcı Jel Temizleyici’nin indirimli fiyatı 19,95 TL.



Uzun zamandır hangisini alsam diye araştırıp, okuduğum yorumlar sonucunda almaya karar verdiğim Simple Makyaj Temizlemeye Yağı var sırada. Bir süredir istediğim ürünü bulamadığım için 2 aşamalı cilt temizleme yapmaya ara vermiştim. Fakat kullandığım makyaj ürünleri uzun saatler cildimde kaldığı için daha derin temizlik yapmam gerektiğini hissediyorum. Bu yüzden yukarıda da dediğim gibi tek aşama, tek ürün cilt temizliğinde yeterli gelmemeye başlamıştı. Kullanıcı yorumlarını okudukça, kullanmam gerek ürünün bu yağ olduğuna karar verdim. Simple Makyaj Temizlemeye Yağı’nın indirimli fiyatı 34.95 TL



 Gelelim bu alışverişin başrolü, ana sebebine. Uzuun zamandır NYX’in bu göz farı paletini almak istiyordum. Hatta o kadar eskiden beri istiyordum ki paleti normal fiyatı 90 TL civarıydı, ben alana kadar fiyatı fırladı tabi ki. Geçen hafta Insatgram’da gezerken Watsons indirim haberini görüp, nasıl olsa bu palette indirim yoktur ama bir umut yine de bakayım diyerek siteye girdim ve tam % 50 indirimle 60 TL’ye indiğini görünce hemen aldım. O kadar uzun zamandan sonra gerçekten çok uygun bir fiyata almış olmak beni çok sevindirdi. Paleti kullanıp yorumlarımı ayrı bir post yapmak istiyorum. O yüzden şimdilik bu yazımı bitiriyorum. Bir sonraki yazımda görüşmek üzere.

13 Haziran 2019 Perşembe

2018'de ilk defa kamp yaptık. | İğneada | II. Kısım



Bir önceki yazının sonunda belirttiğim Dupnisa mağarasını bu yazımda anlatacağım. İlk bölüm zaten çok uzun olduğu için, bu kısmı ayrıca yazmak istedim. Bol resimli, az yazılı bir post olacak benden söylemesi.




Kırklareli’ne bağlı Demirköy’de bulunan mağaraya İğneada’dan geliş yaklaşık 1 saat 30 dk sürüyor ve gelirken ormanın içinden muhteşem yollardan geçiyorsunuz. Yolun sonunda turistik eşyalar, sucuk ekmek ve gözleme satan yerler var. Onların arasından geçip mağaranın girişine geliyorsunuz. Mağara giriş ücretli, yanlış hatırlamıyorsam kişi başı 7,5 TL idi. Ücreti ödeyip kapıdan geçtiğinizde akan suyun üzerine kurulmuş asma köprüden geçiyorsunuz ve manzara inanılmaz.Mağaranın içine girdiğinizde nemli fakat serin bir hava çarpıyor yüzünüze. yıllar boyunca suların akması ile oluşmuş oyuntular değişik şekiller ortaya çıkarmış. Mağaranın uzunluğu yaklaşık 2 km kadar, yer yer merdiven inip çıkmanız gerekiyor. İlk başta uzun gibi görünse de mağarada sağa sola bakmaktan çıkışa nasıl geldiğinizi anlamıyorsunuz. 



Mağaranın çıkışına geldiğinizde, mağaranın girişinden çok yüksekte olduğunuzu görüyorsunuz. 3 katli bir mağara olduğu için merdiven çıka çıka oldukça yükseğe çıkmış oluyorsunuz. Burada da yine ağaçların ve bitkilerin arasında güzel bir yol yapılmış ve inerken merdiven indiğiniz için rahat iniyorsunuz.Uzun ve biraz yorucu olsa da Trakya bölgesinde tek mağarayı görmek için değer diye düşünüyorum. Yolunuz bu taraflara düşerse görmenizi tavsiye ederim. Mağaradan resimlerle bu yazımı bitiriyorum. Okuduğunuz için teşekkürler













7 Ocak 2019 Pazartesi

2018'de ilk defa kamp yaptık. | İğneada


Selam herkese,

Size biraz ilk kamp deneyimimden bahsetmek istiyorum.  Bayram tatilini fırsat bilip uzun zamandır yapmak istediğimiz kampı yapmak için Tekirdağ’a yol aldık.

İlk önce yaptığımız hazırlıkları anlatmak istiyorum. İlk kamp deneyimimiz olduğu niçin biraz acemice bir kamp oldu bizim için ama bir daha ki sefer için çok şey öğrendiğimizi söyleyebilirim.  Uzun süredir kamp yapmak istiyorduk fakat hem zaman bulamıyorduk hem de cesaretimiz yoktu. Kamp yapmaya gitmek için her zaman İğneada’yı düşündük, bizim bu düşüncemizin üzerine arkadaşlarımızın bizden önce oraya kamp yapmaya gitmeleri ve çok beğendiklerini söylemeleri bizi cesaretlendirdi ve hemen kampa gitmeye karar verdik.



Açık havayı seven bir çift olarak, geçen sene arabanın arkasında bulunsun, sahile, ormana, pikniğe gidince kullanırız diye 2 tane kamp sandalyesi almıştık. Sandalyemiz varken bir de katlanır masa alalım hem aynı mantıkla her yerde kullanırız dedik ve ilk işimiz tabi ki Decathlon’a bakmak oldu. Gittiğimizde almak istediğimiz masa zaten belliydi. Sandalyeleri alırken gördüğümüz ama almadığımız, kampa giden herkesin aldığı, meşhur gri katlanır masayı aldık. Evet, fiyatı biraz yüksek fakat gerçekten pratik ve kullanışlı. Neyse, masayı alırken şişme yataklarda kampanya olduğunu gördük ve bu kadar hazırlık yapmışken şişme yatak da alalım dedik. Çift kişilik şişme yatak ve şişirme pompasını aldık.

Yeni bir çadır almadık çünkü eşimin ailesinin küçük bir çadırı vardı, onu kullanırız diye düşündük. İkimizde daha önce çadır kurmadığımız için çadırı önce evin ortasına kurup pratik yaptık. Bu sayede kamp alalına çadırı gittiğimizde çok kolay bir şekilde kurabildik.

Kamp için iğneada longozunu değil daha ilerisindeki Mert gölüne yakın kamp alanına gittik. Yol hemen hemen 3 saat kadar sürdü. Gidiş yolunda köylerin içinden geçip ormanların olduğu bir yola çıkıyorsunuz, gidiş yolu gerçekten çok güzeldi. Kamp alanı çok geniş ve hem ormanın içinde hem denize yakın, herhangi bir giriş ücreti, çadır kurma ücreti vs. yok.  Kamp alanı bayram tatiline denk geldiğimiz için kalabalıktı. Ama biraz ilerleyince nispeten daha sakin ama ıssız olmayan yerler vardı, biz çadırımızı oraya kurduk. Hava sıcak olduğu için ısınmak için ateş yakma ihtiyacı hissetmedik ama ne olur ne olmaz diye daha önceden ateş yakılan bir yere kurduk çadırı.



Çadırı kurduktan sonra etrafı gezmeye başladık. Daha önce de dediğim gibi deniz kenarındaydık fakat denizle aramızda evler olduğu için deniz manzarası yok ve sahili göremiyorsunuz. Denizin olduğunu ilk önce navigasyondan görüp denizi görmeye gidelim diye düşündük. Deniz kenarında manzara muhteşemdi. Denizle birleşen Mert gölünde Kano ve deniz bisikleti sürebiliyorsunuz.

Kampa giderken en çok sorun yaşayacağımızı düşündüğümüz şey sinekler ve böceklerdi. İlk başta sineklerden çok rahatsız olduk ama sonra mangal için ateş yakınca nispeten sinekler azaldı. Ama kampa giderken almanız gereken en önemli şey;  SİNEK İLACI! Ben çok fazla kimyasal kullanmak istemesem de zorunlu olduğunu gördüm. Bir daha ki sefere daha az kimyasal içeren bir çözüm bulmayı düşünüyorum.



Etrafı gezip gördükten sonra yerleşmeye, mangal yapmaya hazırlanmaya giriştik. Masamızı yerleştirdik, biraz zorlansak da mangalımızı yaktık. Tek eksiğimiz yanımıza küçük tüp veya gazlı ocak almamamız. Ama bunu da öğrenmiş olduk.

Mangal yaparken yanımıza çok tatlı 2 tane yavru köpek geldi. Yemeklerimizden onlara da verdik, onlar da bütün gece çadırımızın etrafında gezdiler.



Hava kararmaya başladığında yemeğimizi yemiş, dinlenmeye geçmiştik. Yaz olsa bile ormanda hava akşamları serin oluyor. Akşam serinliğinde mumlarımızı yaktık, içeceklerimi çerezimizi yedik ve gerçekten keyifli bir akşam geçirdik. 



Akşam olunca ormanda olduğumuz için her yer karanlık ve sessiz oluyor. İlk başta insan biraz korkuyor çünkü gecenin karanlığında nerden ne çıkacak bilemiyorsunuz. Saat çok geç olmasa bile erkenden yatıp sabah erken kalkmak için uyumaya karar verdik. Evde bile zor uyuyan biri olarak burada da çok zorlandım. Hem tedirgin olduğum için hem de rahatsız bir yerde olduğum için saat neredeyse 1’de uyuyakaldım. Zaten sabah olduğunda güneş çadıra vurduğunda direkt uyanıyorsunuz. O kadar geç uyumama rağmen açık havadan sanırım çok dinç uyandım.

Benim için tek kampta çözülemeyeceğini düşündüğüm tek sorun tuvaletti. Kamp alanında derme çatma tuvaleti çok kullanmak istemedim ve rahat da kullanamadım. Bu yüzden hem market aramak hem de tuvalet bulmak için biraz merkeze gidelim dedik. Sadece 5 dk. sonra sahilde her türlü marketin olduğu merkeze geldik. Alacaklarımızı alıp tuvaleti bulup geri döndük. Hızlıca kahvaltımızı yapıp, eşyalarımızı toparlayıp Mert gölüne deniz bisikletine binmeye gittik. Deniz bisikleti çok keyifli fakat bir süre sonra yorucu oluyor, sürekli pedal çevirdiğiniz için.



Deniz bisikletinden inip arabamıza binip Dupnisa Mağarasına doğru yol aldık. Mağaraya giderken yine ormanın içinden geçiyorsunuz. Mağara gelmeden sağ tarafta akarsuların içinde oturabildiğiniz gözlemeci/kafe tarzında bir yer vardı. Bir daha o tarafa gidersek mutlaka gideceğimiz bir yer olarak kaydettim.  Dupnisa mağarasını bir sonraki yazımda anlatacağım.

Buraya kadar okuduysanız çok teşekkürler. Bir sonraki yazıda görüşmek üzere.

22 Aralık 2018 Cumartesi

MESELE 25 KURUŞ DEĞİL!



Uzun bir aradan sonra yeni bir yazıyla merhaba. Bugün biraz yürürlüğe yeni giren bir uygulamadan ve bu konu ile ilgili kendi düşüncelerim ve uygulama şeklimden bahsedeceğim.

Konumuza gelirsek, son zamanlarda gündemde olan ve benim gerçekten bunun olmasından çok memnun kaldığım; marketlerde 1 ocaktan itibaren ücretli verilmeye başlanacak olan naylon poşetler.  Ben uzun zamandır, özellikle evlendikten sonra kesinlikle her seferde, markete gidilecek ise yanıma bez poşetlerden bolca alıyorum. Haftalık alışveriş yaptığımız için çok fazla ürün alıyoruz bu nedenle çok fazla torba gerekiyor. Olabildiğince naylon poşet almamaya alırsam da yoğurt yumurta gibi şeyler için en küçük boy poşetleri almaya çalışıyordum. Bazı insanlar poşetleri çok poşeti olarak kullandıkları için market alışverişlerinde bol bol almaya çalışıyorlar. Ama son 1 2 senedir özellikle market poşetleri çöp poşeti olarak kullanılmasın diye çok inceldi ve ürün taşırken bile yırtılıyor. Hal böyle olunca çöp bile koysanız hemen yırtılıp dağılıyor. Bu yüzden bu poşetleri çöp poşeti olarak kullanmayı uzun süre bıraktım.

Ama yine de naylon poşet kullanımı şimdiye kadar çok yaygın olduğu için herkesin evinde mutlaka büyük bir stok var. Ve ben gerçekten bu naylon poşetleri kullanmak istemiyorum, en doğru kara evden çıkarmak ama nasıl? Uzun zamandır aklımda olan bir soruydu bu. Geçtiğimiz günlerde İnstagram’da dolaşırken bir post gördüm. Postta “devlet naylon poşeti satmak için para almak yerine, satın almak için para verse” tarzında bir yazı vardı. İlk başta biraz saçma gelebilir fakat düşündüğünüzde o kadar çok naylon poşet var ki…  Bunların ne yapılacağı, geri dönüşümlerinin nasıl yapılacağı merak konusu.





Peki naylon poşet yerine kullanacağımız torbaları nereden alabiliriz? Aslında düşününce şu anda kullandıklarıma ekstra bir para vermedim. Ben fuar gezmeyi çok severim ve fuarlarda reklam amaçlı bez torbalara katalog konulup dağıtılıyor, kitap fuarlarında bazı yayınevleri kitapları bez torbalara koyup veriyor. Bu 1. Seçenek.



Bir diğeri Gratis’te bir miktar alışveriş yaptığınızda ürünlerini bez olmayan ama sağlam, dayanıklı bir torbaya koyuyorlar. Bende bu torbalardan 4 5 tane var ve özellikle mutfak alışverişinde çok kullanışlı oluyor ve çok fazla ürün alıyor. Aynı uygulama Rossman ve Watsons’da da var sanırım, emin değilim.

Bir diğer seçenek ise, şimdi tam zamanı olduğunu düşündüğüm, hediye olarak bez torba. Yılbaşı döneminde okullarda, iş yerlerinde mutlaka bir çekiliş yapılır, hediyeler verilir. Bence bez torba hem güzel bir hediye alternatifi hem de hediyenizi aldıysanız bile hediyenizi bu torbaya koyup verebilirsiniz.




Ben yıllar önce H&M’den katlanıp çantaya atılabilen bez torbalardan almıştım. Ve o zamanlardan beri çantamda mutlaka bir tane bulundururum. İşten dönerken markete uğradıysam bunu kullanıyorum. Katlanıp kendi kılıfına girebildiği için çantada hiç yer kaplamıyor. Şimdi var mı bilemiyorum ama o zamanlar 5 TL gibi bir fiyata almıştım.  

Bu torbaları evinizde de yapmanız mümkün, hem geri dönüşüm olmuş olur. Pinterest’ten bu tarz projeleri aşağıya koydum, çok değişik fikirler var. siz de deneyebilirsiniz.






Bu gibi çantaların kullanım alanları sadece alışverişle sınırlı kalmıyor. Seyahate çıkarken, yazın denize giderken, iş yerine yemek götürmeniz gerekiyorsa kullanılabilir. Bu olay aslında poşetlere para vermenin ötesinde, yavaş yavaş yok etmeye başladığımız doğaya karşı bir saygı duruşu. Bir naylon poşetin doğada yok olması süresi 1000 yılken ve son zamanlarda özellikle denizlerdeki yaşamı bu kadar tehdit etmeye başlamışken durup düşünmemiz gereken bizim şu anda ne yapabileceğimiz. Plastik kullanımını azaltmak, geri dönüşüme önem vermek, evimizin önüne bir ağaç dikmek, belki en basiti bu naylon poşetleri kullanmamak. Bir yerlerden başlarsak bizim ve bizden önceki nesillerin bu hale getirdiği dünyamızı, belki ileriki nesillere daha temiz bir dünya bırakabiliriz.


Teşekkürler. 

13 Temmuz 2018 Cuma

Minik balayımız - Kapadokya Gün 2



Biraz geç te olsa 2. Günümüzü anlattım. 

Kapadokya'daki ikinci günümüzü gerçekten dolu dolu geçirdik. Herşeyi yapmak isterken diğer günlere bir şey bırakmadık diyebilirim. Öncelikle ertesi gün sabah erken kalkıp balon izlemeye gitmek için, en güzel yeri aradık. Her gittiğimiz yerde burası güzelmiş buraya gelelim diye düşündük. Kapadokya'nın neredeyse her yerinden balonları izlemek mümkün. Onun için bulduğumuz mekanı daha sonra söyleyeceğim. 



Daha sonra Göreme Açık Hava Müzesine gittik. Giriş ücreti müzekartı olmayanlar için 30 TL, müzekartı olmayanlar girişteki gişelerden 50 TL karşılığında alabiliyorlar. Bizde burada olmasa bile başka yerlerde kullanırız diye bana aldık. Eşimin kredi kartı İş Bankası Maximun kart olduğu için, onu müzekart olarak kullanabiliyor. Müzeye geçersek, içeride kilise dedikleri odacıklar var, odacıkların bazılarında mezar yerleri bulunuyor. Oldukça büyük bir alan ama çoğunlukla aynı şekilde kiliseler var. Açıkçası Kapadokya'nın geneline oranla çok beğendiğimi söyleyemeyeğim. O yüzden çok ayrıntılı gezmedik.



Oradan Avanos'a geçip, tarihi taş köprü ve asma köprüden geçtik. İki köprünün de altından geçen Kızılırmak'ı izlemek, ırmakta yüzen ördekleri seyretmek çok güzeldi. Avanos'u Göreme'ye göre daha çok beğendiğimi söylemeliyim. Avanos, Göreme, Ürgüp ve Uçhisardan farklı bir dokuya sahip, sessiz bir kasaba olarak düşünebilirsiniz. Diğer taraflardaki peri bacaları ve mağaralar burada pek yok. 

Oradan tabi ki hiç durmadan Uçhisar Kalesine geçtik. Uçhisar beldesinin en tepe noktasında bulunan, Kapadokya'nın neredeyse her yerinden görünebilen Uçhisar Kalesine çıkabilmek için o kadar çok merdiven çıktık ki, en yukarıda bacaklarımı hissetmediğimi hatırlıyorum. Kalenin en tepe noktasından bütün Kapadokya'yı görmek mümkün.



Uchisar Kalesinden çıktıktan sonra 17:00'de başlayacak atv turuna gitmeden önce biraz dinlenmek istedik. Atv turunu açık hava müzesi yoluna girmeden sağ tarafta kalan Kaya Travel'dan satın aldık. Burada arv turlarına genelde çiftler tercih ediyormuş gördüğüm kadarıyla ve çiftlerin çoğu balayı için gelmişler. Bizim satın aldığımız tur şirketi diğerlerine göre bi tık daha uygundu. Bizim katıldığımız sunset turu olarak geçen 17:00'dan 19:00'a kadar olan turdu. Bu turun fiyatı 2 kişi tek atv 120 TL'ye aldık, tek kişi 80 TL idi. Diğer şirketlerde 200 TL'ye varan fiyatlar vardı. Atv turlarının gün içinde de kullanım imkanı var ama atvyi alıp kafanıza göre kullanamıyorsunuz, yine bir rehber eşliğinde kullanabiliyorsunuz. 



Buraya gelirken, etrafı gezmekten ziyade atv ve at turu yapmak en büyük isteğimizdi. Açıkçası Kapadokya'nın beni çok etkilediğini söyleyemiyeceğim. Ama atv turu gerçekten çok etkileyiciydi. Atv ile bir grup eşliğinde bütün vadileri gezebiliyorsunuz. Her vadide resim çekilmek için mola veriliyor. Bu turlara katılırken mutlaka kirlenmesinden ve toz olmasından korkmayacağınız kıyafetler giymenizi öneririm. Zaten her yer toz toprak ve çok hızlı bir şekilde açık bir araçta o toz toprağın arasından geçtiğiniz için her yeriniz tozdan bembeyaz oluyor. Biz at turu da yapmak istiyorduk fakat atv turu ile aynı güzergahta kullanıldığı için bir daha aynı yerleri görmektense başka yerlere gitmeyi düşündüğümüz için vazgeçtik. 

Atv turundan sonra yetişebileceğimizi düşünüp saat 20:00'ye testi kebabı yemek için İnci Restoran'a rezervasyon yaptırmıştık. Fakat tur umduğumuzdan uzun sürdüğü ve otele gidip duş almamız gerektiği için rezervasyonumuzu 1 saat ertelemek durumunda kaldık. Otele gidip hazırlanıp direkt restorana geçtik, zaten kaldığımız otele çok yakındı. Restoran da buradaki oteller gibi mağara içerisindeydi. Biz testi kebabı yemek için gittiğimizden menüye bakmadık, ama menüde bir kaç seçenek daha vardı. Testi kebabının yanına restoran sahibinin kendi yaptığı kırmızı şaraptan söyledik. Çok lezzetli ve tatlı bir şaraptı. Bir şişe de hediye olarak bizimkilere aldık. Testi kebabı için fiyatlar hemen hemen aynı, 35-40 TL arasında. Biz 2 çorba, 2 testi kebabı ve 2 şişe şarap için 200 TL ödedik. Testi kebabı için yorum yapmam gerekirse, çok beğendiğimi söyleyemeyeceğim. Klasik et sotenin testi  içinde pişirilmiş hali. 

Kapadokyadaki 2. Günümüzde bu şekildeydi. Çoğu şeyi aynı güne sıkıştırdığımız için çok uzun bir yazı oldu. Keyifle okumanız dileğiyle.

12 Haziran 2018 Salı

Minik balayımız - Kapadokya Gün 1







Hazır yaz gelmiş, tatil planları yapılmaya başlanmışken, size de fikir olması için balayımızdan biraz bahsetmek istiyorum.

Aslında balayı için gitmedik, küçük bir tatil yapmak için kapadokyaya gittik. Asıl balayını havalar ısınınca yapar iyice dinleniriz diye düşündük.




Kapadokya'ya gitme fikri ilk çıktığında eşim mağara odaları olan bir otelde kalalım, gitmemizin bir anlamı olsun dedi. Biraz araştırıp Göreme'de kalmak istediğime karar verdim. Bir kaç tane siteye bakıp otel seçeneklerimizi 2'ye düşürünce, fiyat için bir kere de otelleri arayalım dedik. İlk önce bizim kaldığımız Divan Cave House'u aradık ve fiyatı rezervasyon sitelerinden daha da ucuza verdiklerini gördük. Diğer seçeneği de aradık fakat telefonu açan kişinin konuşma tarzı yüzünden bu seçeneği direk sildik. ( İkimizde otelci olduğumuz için bu konuya biraz fazla önrm veriyoruz.) Rezervasyon yaparken normal oda ile aralarında çok az bir fiyat farkı olduğu ve bu tatilin bir nevi balayımız olacağı için jakuzili suit oda almaya karar verdik. Odamız 1+1 şeklinde mağara odaydı. İnternette araştırma yaparken çoğu kişi mağara odaların soğuk olduğunu yazmıştı, mevsim geçişi olmasına rağmen biz üşümedik. Otelde açık büfe kahvaltı gerçekten çok başarılıydı. Bu bölgedeki çoğu otelin kahvaltısı bu şekildeymiş. Ama en çok odamızın önündeki avluda bulunan salıncağı görünce mutlu olduk.




Sabah çok erken saatte yola çıktığımız ve İstanbul'dan Kapadokya'ya kadar arabayla geldiğimiz için otele gidince biraz dinlendik. Daha sonra yapmayı düşündüğümüz atv turu için uygun bir şirket aramak için Göreme'yi gezmeye çıktık. Bir kaç şirketten fiyat aldıktan sonra etrafı gezmeye başladık. Göreme Açık Hava Müzesini bulduk ve biraz çevrede gezdikten sonra yemek yiyecek yer aramaya başladık.




Kapadokya'da sıkıntısını en çok çektiğimiz şey yemek konusu oldu. Gitmeden önce internetten baktığımda yemek konusundan sıkıntı yaşayacağımızı anladım. Göreme'de çoğunlukla mönüsünde 53637 çeşit yemeğin olduğu, turistik yer olduğu için fiyatların fahiş olduğu restoran/cafeler var. Şans eseri bu restoranların arasında küçük bir dönerci bulduk, Başkent Döner. Orada kaldığımız 3 gün boyunca çoğunlukla orada yemek yedik.




Kapadokya'daki ilk günümüz bu şekildeydi. Kısa zamana çok şey sığdırmaya çalıştığımız için her günü ayrı bir postta yazmayı planlıyorum. 2. Günde görüşmek üzere.

Bir film İzledim. | Someone Great

Merhaba,  İzlediğim ve beğendiği/beğenmediğim filmleri sizinle paylaşmak istediğim bir seri hazırlamayı düşündüm. Bizim evde her haf...